Kalbin boş mu güzelim?

Kış geceleri arkadaşlarla toplanıp sıcak evde sohbete doyum olmuyor. Dün gece kurstan dostlarım bana geleceklerdi, geldiler sohbet muhabbet derken canımız sıkıldı karnımız acıktı dışarı çıktık. Fulya realden bir şeyler alıp eve döndük ve yemek hazırlamaya başladık. Bir tane adı lazım değil göt arkadaşım hiç birşey yapmayıp pc başında oturdu. ben çalışırken ya da bir şey yaparken onunda faydalanacağı insan öyle durunca sinirlerim bozuluyor, bozuldu da.

Patateslerimiz, nuggetlerimiz kızardı kolamız meyve suyumuz bize yetecek her şeyimiz vardı. Yemeklerimizi yedik bir arkadaşım  yemeği yedikten sonra kaçtı(gecenin götü olan arkadaşım ). 3 arkadaş kaldık. Biralarımızı açtık sohbete başladık.

Bilgisayardan, oyunlardan , hayattan sohbet döndü döndü….  Kızlara geldi. Biraz kızlardan bahsettikten sonra
Kimin söylediğini tam olarak hatırlamıyorum (büyük ihtimalle Hüseyin ) Kızlarla nasıl tanısıyorsun ya da nasıl tanışırsın gibi bir soru geldi…

Mekanına göre değişebilir dedim ama genelde yanına gidip ” merhabalar tanışabilir miyiz?” derim arkasında bir gülücük eklerim dedim ..

Ihhh mıhhh dedi bizim arkadaşlar sonra onların fikirlerini dinledim. Daha sonra bir anda alkolünde etkisiyle aklıma bir şey geldi.

Kızın yanına gidip” Kalbin boş mu Güzelim ? Oturacağım da” derim dedim. Püsküren biralar, yere dökülen fıstıklar gecenin bir köründe gelen kahkahalar. Gecenin sonuna kadar muhabbet sohbet ve bu cümleyi ilk söyleyeceğim kişinin yüz ifadesi geldi aklıma…

“20/01/2010”

Dişi Recep İvedik ile bir Gece

Soğuk ve karanlık havada evimde oturuyorum camdan dışarı bakıyorum. Sıkıldım canımda sıkkın zaten bilgisayarın karşısına oturuyorum aptalca ekrana bakarken msn de bir nick gözüme takılıyor. Konustugum bir arkadaşım üzgün ev arkadaşlarıyla kavga etmiş yine hayıflanıyor “ders bile çalışamıyorum” diye. Kitaplarını falan al bana gel diyorum. Tamam olur deyip kısa bir telefon trafiği ardından bana geliyor. Cevahirden taksiye binip gel diyorum . Trip yiyorum gel beni al diye mesaj geliyor ardından, can sıkıntısıyla giyinip evden çıkıyorum cevahire gidiyorum. “Ben cevahirin önündeyim”  diyorum, “beni gelip metrobüsten al” diyor. Tamamen çıldırma noktasına geldim ama otomatik olarak buraya kadar geldim bari gideyim diye yürüdüm.

Mecidiyeköy metrobüs çıkısında karsılastık hadi yürüyelim dedim. Taksi bekledim taksi yok. Zaten trafik o biçim düğüm olmuş her yer, Yavaş yavaş cevahirden aşağıya doğru fulyaya yol almaya başladık havadan sudan konusuyorduk öylesine.

Eve geldik , sıcacık evimin bana verdiği huzurla odaya geçtim tabi oda peşimden geldi. Giysi getirmedin mi diye sordum aldığım cevap beni memnun etmedi. Benim giysilerimden giyecekti. Giysi dolabını açıp içinden mavi kazağımı siyah eşortmanımı aldı. Bana dönüp ” Dışarı çık ” dedi. sanki görmeyecektim o giysinin altında neler olduğunuda … Söylene söylene odamdan dışarı çıktım…

5-10 dakika sonra kapıya tıklatıp “geleyim mi” diye sordum. Cevap evet olduktan sonra içeri girdim. Patron koltuğuma oturup bilgisarımın başına döndüm.Karşımda bir kız görmeyi beklerken, Benim kazağımı giymiş bir recep ivedik duruyordu.

Bu ne be recep ivedik gibisin yokmu askılı falan bir şeyin hem burası sıcak ne kazağı diye söylenmeye başladım. fakat hanfendi üşüyormuş neyse tamam deyip bilgisayarıma döndüm. Onada ders çalışması için müsade etmiş olacaktım, aradan 5 dakika geçmeden “Strahd şu ödevimi sen yaparmısın?” ıhmm beynim biraz geç algıladı herhalde. Ben, ödev ve yapmak. Hangi tarihte görüldü emin değilim. 3813 Yaşındayımböyle bir şey yok yaşanmadı!

Hayır yapmam ben kendi ödevin kendin yap dedim. South park açıp izlmeye başladım. Sigara yakıp bana çok kötüsün dedi. Ona bakıp gülümsedim. Kötü olmasam beni nasıl sevebilirdi ki? Canı sıkıldı benimle south park izlemeye başladı. Telefonunda İsmim Pikachu diye kayıtlıyken 3 bölümden sonra telefondaki ismimi Kenny diye değiştirdi. Kahkaha attım ve iyi tespit dedim, fakat hala merak etmekteyim pikachu ve ben ne alaka hiç sevimli değilimdir.

South park sezonunu kapattıktan sonra canım sıkıldı uykum geldi. Yatağın köşe tarafında yatmayı sevmediğimden kendisine hangi tarafta yatacağını sordum. Oda sevmiyormuş. Köşe mecburi şekilde bana kaldı. Klasik müzik Açtım o çoktan yatağa girmişti. Giysiyle uyuyamadıgım için, üzerimde boxer kalana kadar her şeyi çıkardım . Tek kişilik yatağın köşesine geçtim.

-Laaaaaan bune Oha kazakla mı yattın ?
-evet üşürüm ben
-Kızım manyakmısın lan göt kadar oda, kombi açık tek kişilik yatağa iki kişi yatıyoruz ne üşümesi.
-Olsun
-Eve Kız diye getirdim seni recep ivedik çıktın, istersen montumu falanda vereyim onla uyu he ne dersin ?

Gülüşmeler saçma sapan konuşmalar. En sonunda artık uyuyalım dedim. Hanfendi bilgisayar sesi ve klasik müzikte uyuyamadı, Kalkıp bilgisarayı kapattım yatağa geri döndüm.Tek kişilik yatakta mecburi şekilde sırtımıda dönsem yüzümü de dönsem kazağa temas ediyorum ve sonunda ter bastı. eeehhh çıkar şunu artık dedim. Recep ivedik çıkarmamakta ısrar ediyordu.

Gecenin ilerleyen zamanlarında kazak çıktı …. İvedik en sonunda insan formuna girmeye başlamıştı. Güzel anlar yaşarken bir soru geldi. “Strahd ne hissediyorsun”  Benden beklenen cevabın farklı olduğunu bilerek ” Hiiiiç” dedim. O anda soğuk bir rüzgar geldi sanki… Umrumda olmadan gülümsedim… Gece ilerlemeye devam etti…

Sabah

“Canım kalk ben çıkıyorum” sesiyle uyandım “ıhhmm tamam” deyip uyumaya devam ettim. Kapıya kadar bile gitmedim….

Sonrasında bir mesaj geldi

“Çok kabasın, kapıya bile gelmedin” Gülümsedim yine Kazakla yatağa giren beni bu soğuk havada sıcacık evimden çıkartıp metrobüse yürüten kişi bana kabasın diyordu.

Yastığıma sarıldım, uyumaya devam ettim….

Çok mu kabayım, Yoksa hak edene ettiği gibi mi davranıyorum bilmiyorum. Sadece İnsanları kötü huyları için severiz iyilikleri için değil bunu biliyorum…

“18/01/2010”

Ben, Kendimi Özledim

Ortaköye yürüyorum, yanımda iki tane dostum var sohbete dalıyoruz. oradan buradan konuşmalar geçiyor. “Yalnızım” diyorum “Ne alaka ulan bir sürü kız arkadaşın var” lafı suratıma çarpılıyor. Gülümsüyorum onlara. Yalnızlık anlayışımızın ne kadar farklı olduğunu farkediyorum. Aklımda bir düşünce zuhur ediyor…  Ne çok derdim varmış farkediyorum. Büyüdükçe neler açmışım başıma nasıl saklanmaya çalışmışım  ve saklanamamışım, Değiştiğimi farkediyorum, sorumsuz vurdum duymaz halim kaybolmuş , çoğu şeyi kendine dert edebilen biri olmuş çıkmışım sanki. Farkettim Ben özlemişim Kendimi.

Gece 4 te denize gidip çırılçıplak yüzen,  fırtınada sahile çıkıp koşmaya çalışan beni özlemişim. Hastalandığında mırın kırın yapan etrafındakilerden ilgi bekleyen , kedi gibi mayışıp “banane benle ilgilenin” diyebilen biri olmayı ne çok özlemişim… Hiç bir sorumluluk almadan bir işe girip “sıkıldım ben” deyip çıkan beni özlemişim, insanları hiç umursamadan istediği şeyi yapan bunu yaptıktan sonra gülümseyerek vicdan nedir bilmeyen ben… Ne kadar çok değişmişim ben.

Şimdi bakıyorum da kendime, rahat hiç bir şeyi düşünmeyen biriyken şu anda her şeyi planlayan ona göre yaşayan , bu planlarda aksaklık olunca canı sıkılan birine dönüşmüşüm. Stres nedir bilmezken elinde stresten fazlası olmayan bir adam olmuşum, kitapları zevk için okurken şu anda okumak zorunda olduğum için gelişeceğim de gelişeceğim diye tutturan birine dönüşmüşüm. Hiç bir vucuttan haz alamayan, bir insanla sadece o istediği için sevişebilen kalbinde bir ritm değişikliği bile olmayan biri olmuşum, Fiziksel olgulardan zaten tatmin olamayıp, duygusal bir şeyler peşinde gezebilirken geçmişte, şimdi onun da arayışından kopmuşum. Dalından düşen yaprak gibi hava boşluğuna bırakmışım kendimi.

“Dur” diyememişim içimdeki öküze. İstemişim de istemişim. İsterkende bencilliğimi kaybetmişim, “iyi” diye nitelendirilen insanlar grubuna girmişim. Kimseye acı çektirmeden iyi olabilir mi bir insan bunu hayal dahi etmek istemiyorum.

Özlüyorum;

Gece Yüzmeyi
Fırtınada Koşmayı
Sabah Ezanıyla Mangal yakıp, Mangalın üstünde Tavuk butu pişirmeye çalışırken Meyve ağaçlarından meyve toplamayı.
Ava gitmeyi,
Dereye Bağ Yapıp derede yüzmeyi.
1.5 Metrelik derinliği olan yere 4 metreden atlayıp kafamı gözümü kırar mıyım , Ölür müyüm diye Düşünmeden Yaşamayı….
Bir kadının teninden haz alabilmeyi, Dudaklarımın şehvetle birine dokunabilmesini, hesap yapmadan sevişebilmeyi, umutsuzca sevebilmeyi(ulan ben hiç sevmedim ki umutsuzca bunu nasıl özlüyorum)

BEN ÖZLEDİM BENİ… ÇOK ÖZLEDİM.

“15/01/2010”

İki Saatlik Aşk…

Saat 15:43 bulanık bir cumartesi günü barborosta bekliyorum. Sabahın telaşı hala üzerimde, he neler yapmıştım ki ben . Sabah uyanıp kuaföre gitmek, kuaföre dert anlatıp bak sakalları şöyle yapacaksın dedikten sonra oturuyorum kuaför koltuğuna. Aptal adam yanlışlıkla  bıyıklarımıda kesiyor sakalların yan tarafıyla beraber koşup eve geliyorum geç kalmaktan nefret etmek böyle birşey…Hızlıca çıkartıp herşeyi duşa girdim bir çırpıda, soğuk suyun ardından vucuduma gelen dinçlikle fırlıyorum banyodan, giysilerimi seçerek giyiyorum. Siyah yeni bir kot, üstüne LCW den alınma çizgi roman karakterlerinin olduğu bir sweet tişört ve siyah kot ceket, aynaya bakmayıda ihmal etmiyorum. kısacık kestirdiğim saçlarım, düzgün traşlı sakalım gayet hoş ama yinede yeterli mi bilmiyorum….

Evden çıkıp fulyadan beşiktaşa doğru yol almaya başladım. Kafamı bulandıran düşünceler, hissetmek istemediğim duygular garip bir şekilde üstüme gelmeye başlamıştı çoktan ve kısmı bir tedirginlik acaba ne olacaktı… mesaj trafiği hala devam ediyor benim adımlarımla birlikte. ona göre arkadaş bana göre tuhaf duygular hissettiğim kişi sınava girmişti. Babama yazdığım mektubu barborosta kargoya verip starbucksun önünde beklemeye başladım.

Sınavdan çıkmıştı” ben çıktım” diye bir mesaj geldi nerede olduğumu yazıp yolladım “benim 15 dakikalık yolum var oraya” cevabı gelmişti bari ben sana doğru yürüyeyim dedim. beşiktaşta condraddan yukarı yıldıza doğru tırmanışa başladım 5-10 dakikalık yürüyüşten sonra çaldı telefonum

-nerdesin
-parkın ordayım işte heykel var
-tamam gördüm seni

Kapatıp ona doğru ilerledim, beklediğimden daha güzel gözüküyordu. Ne yapacağıma karar veremeden öpüştük (yanaklardan) ne yapalım deyip aşşağıya doğru yürümeye başladık barborostan, biraz gerisinden gidip onu izlemek neşeli geliyordu bana güzeldi gördüğümden çok daha güzel…
Kahve mi içelim yemek mi yiyelim derken yemek yemeye karar verdik,KFC nin yolunu tuttuk, KFC seven bir kız ne güzel ne mutlu gülümsemiştim, Hem age of oynuyor, hem pro evolution soccer , warcraft ta öğrettim mi tamamdır ideal bir numara bir sevdicek işte …Aslında birşeye gerek yok gördüğüm, bildiğim kadarıyla zaten bir numara kendisi.

Havadan sudan muhabbetlerle yürüyorduk. Kfc ye varınca önce çizim çantasını bırakıp sipariş vermeye  geldi benim extreme menu önceden hazırlanmıştı “ben bunu alıp oturuyorum sen benimkini getirirsin “dedi ben arkasından bakarken o masamıza gidip beni beklemeye başladı. Ben de onun yemeğini alıp gittim masamıza doğru. Biraz baktıktan sonra yemeğe başlamaya karar verdik fakat; yemek ne mümkün karşısında, baktıkça doyuyordum adeta, taktığı mavi tokası, giydiği üstünde kadın resimi olan koyu mavi hoş bir tişört, müthiş hoşuma giden saç rengi.
Normal zamanlarda düşüncelere boğulan ben, kısmı zihin donukluğu yaşıyordum. Konuşmak mı Strahd Hani kelime cambazıydın, Nerde kelimelerin? Kısa süreli kayboluşlarımdan sorduğu sorularla çıkıp gözlerinde yine kayboluyordum. O kadar doğal ve hoş geliyordu ki hareketleri ,gülüşleri mimikleri içimdeki heyecan kıpırtısını durduramıyordum.

Yemeğini karşımda bitirirken, ben onu izlemeye doyamamıştım daha. Kapalı alanlardaki sigara yasağından bahsetmeye başlayıp sigara içmek istediğini söyledi kışın dışarda durmak garipti sahile gidip donmak istemiyorduk ikimizde. Finüküler ile taksime çıkacaktı bari birlikte yürüyelim dedik. İsteksizce kalkmıştım masadan, gözlerine bakmak o kadar güzeldi ki gülüşünün kıvrımlarıyla bir hoş olmak çıktık kfc den başladık yürümeye .

Biraz çaprazından gidiyordum onu izlemek,saçlarına bakmak gülümsemek arkasından utanarak belki de. Hislerimden, kendimden bana getirdiklerinden utanarak. Konuşmadığımdan çok sessiz olduğumdan yakınıyordu ama konuşamıyordum ki kelimeler bütünleşmiyor ,toparlanamıyor kendilerine gelemiyorlardı. Yavaş yürümeye çalışıyordum biraz daha zaman geçirebilmek için ama zamanın acelesi varmış, kalbim kadar hızlı çalışmayı tercih etmişti , kalbimi inciterek. Yolun bitmeye yaklaşması beni daha heyecanlı ve üzgün bir hale soka dursun beşiktaş kabataş ayrımında stada çıkan yolda durmuşken, kalbimi hızlandıran bir adım attı arabanın önüne kolunu tutup geri çektim ,belki de ilk ve son tutuşumdu eline farkında olmadan refleks olarak ama aynı anı zihninde binlerce kez yaşamakta eğlenceli olsa gerek. finükülerin girişine gelmiştik, durduk bakıştık küçük bir veda öpücüğü ve ardından bakılan bir kadın….

İki saatlik bir aşkın sonuna gelmiştim, içimde buruk duygularım, karmaşık hayallerim ve ben kalmıştım tek başıma yine…..

Gönlümü put sanıp da kıran kim?

Kabullendik, kabullenmek zorunda kaldık değişimi, hayatın tüm fırtınasında oradan oraya savrulurken nerede bıraktıysam sertliğimi.
En ince noktalardan en ufak bir zaaftan faydalanıp birer birer işlemek nasılda güzel bir insanı, sonrasında değişmek, değiştirmek, yok etmek.
Ölüme götüren tüm bilinmeyenlerin arasında en fazla acıdığımız şey boşa harcadığımız hisler olsa gerek. Geçmişe dönüp baktığımızda kendimize gülerek ama içten içe utandığımız “bu insan için bunu mu yapmışım?” dediğimiz şeyler için.

Acıları severim, hüznü de öyle. İnsanı insandan soğuturlar, kendi sınırlarını ortaya çıkartırlar ve her seferinde o sınırları tekrar tekrar kırmayı severim. Yeterince acı çektiyseniz, karşınızdakinin canını yakmamak için bir sebebiniz olmaz, en basit şeyler bile anlaşılmadıysa, anlatmak için çabanız olmaz. El üstünde tuttuğunuz kişi üzerinize basıp geçiyorsa, artık göklere kaldırmaya çalıştığınız kişiler olmaz.

Belkide çok aptalca başlıyor sevgilerimiz, en güzele en iyiye gitmeye çalışıyor. Seviyoruz ya durmuyoruz daha iyisini daha fazlasını istiyoruz. Halbuki bi dursak, elimizde olanlara baksak bir kere de “çok iyiyiz yahu” diyebilsek. Fakat olmaz, mümkün değil. Senin şuyun böyleymiş, şuranda eksik varmış, şunu yapmamışsın şunu anlamamışsın. Sanki uzun süreleri birlikte keyf alarak geçirdiğimiz insanla değilde, binlerce yıldır savaştığımız antik bir düşmana takındığımız tavrı takınıyoruz.

Hangi sevgileri unuttuk biz, hangi dokunuşların, kaç bin nefesin üstünden geçtikte düşman olduk?

İbrâhîm
İçimdeki putları devir
Elindeki baltayla
Kırılan putların yerine
Yenilerini koyan kim

Güneş buzdan evimi yıktı
Goca buzlar düştü
Putların boyunları kırıldı
İbrâhîm
Güneşi evime sokan kim

Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri
Buhtunnasır put yaptı
Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım
Güzeller bende kaldı
İbrâhîm
Gönlümü put sanıp da kıran kim

Bi Baksana Gözlerime

“Bir insan,bir insanı bir şey görür;bu hayattır.
Bir insan,bir insanı birçok şey görür;bu sevgidir.
Bir insan,bir insanı her şey görür;bu aşktır.
Bir insan,bir insanı görmez;bu ölümdür.”

Trafikte bazen kendi şeridinizde düzgünce giderken, bir araba gelir, sıkıştırır sizi, bir yere çarpmamak için şerit değiştirirsiniz. Anlamazsınız ne olduğunu anlık bir reflekstir. Kendinizi kazadan kurtarmak için yapılmış bir şeydir. Hayatta böyle gibi.
Her şeyin düzgün gittiğini sandığınız zamanda bir şey olur bi bakmışsınız farklı bir şeritte başka bir yöne gidiyorsunuz.

Fotoğraflara bakamamak nasıl incitiyor insanı biliyor musunuz? Gerçekten o fotoğrafların varolup varolmadıgını düşünmek nasıl incitiyor insanı.
Sanki hiç bir şey yaşanmamış, bir sürrelist ressamın çizdiği portlere bakıyormuşum gibi. Minik bir gülücük “hı” sesiyle çıkıyor dudaklarımın arasından.
Anlatmaya çakıştıklarımızın bir önemi var mıydı? Dürüst olmamızın bir önemi var mıydı? Yaşanılanarın bir önemi var mıydı? İyi yaptığımız şeylerin bir önemi varmıydı?

Farkediyorum ki bugün, binlerce iyi şey de yapsan, 2-3 tane kötü şey yapıyorsan senden kötüsü olmuyor nedense. İnsanlar olarak yapımız böyle herhalde. Kim bize en fazla değer verirse, kim bizi en çok severse onu incitmek, onu üzmek, onu kırmak bize bi şeyler getiriyor sanki.
İyi şeylerden de kimse bahsetmiyor ya zaten, varsa yoksa kötü şeyler. O küçük lanetli “kötü” diye nitelendilenler nasıl da bastırabiliyor yapılan her iyi şeyi, nasıl bastırabiliyorlar en hoş en masum duyguları, nasıl siliyorlar yaşananları anlam veremiyorum.
Üzüntünün olduğu mahalleden hiç çıkamayacakmışız gibi. Truman show filmini kendi hayatımda mı yaşıyorum ben?
Dışa akan gözyaşlarımda bitti zaten, öyle sessiz ağlamak lazım ki kimse duymasın, kimse görmesin. Kalbin bedene akıttıgı gözyaşları, insanı yaşlandırıyor herhalde. Biz zaten genç olabildik mi hiç?
Minicik sözcükleri dev dalgalarla yıkıyorlar aşıkların üzerine, kalbimiz hedef tahtası sanki, kim silahını kapsa 12 den vuruyor bizi, meleke inmiş elerine.
Nefes almak nasıl bir azaptır, neden mutsuzken içimizi yakıyor? Halbuki biz birbirimizin nefesinde buluyorduk aşkı. Şimdilerde mutluluklarımız küçük, sorunlarımız dev olmuş. Hayatta iyi yapılan şeyler neden bu kadar önemsiz ve sıradan oluyor? Biri gelse açıklasa bana keşke, anlatsa biri nedenini, sorunların büyüyüp mutlulukların küçülmesini anlatsanıza bana lütfen.

Kötü bir şeyi üst üste koyup nasılda kocaman pramitler yapıyoruz, kocaman olan iyiliklerimizi nasıl ufaltıyor kalbin rüzgarları.

Hey bi baksana gözlerime, bu gözlerdeki yansıma sana ait değil mi? Başkasıyla mı yaşamaya çalıstım ben bu hayatı, yoksa milyarlarca alternatif evrenin bana düşen kısmında sadece hüzün mü var?

Kar Yağar Düşlerin Üşür

Şimdi kayboluyoruz ikimizde, sen düşlerinin içinde, ben gerçekliğin pençesinde.
Sarmaşıkların ağaçları sarıp öldürdüğü gibi insanlar sarıyor etrafımızı, öldürüyorlar bizi.
Uyuyorsun, farkında değilsin hiç bir şeyin, hepsi senin için bulutların üstünde yürümek gibi,
Atıyorsun kendini anlık zevkin nehrine, batıyorsun en dibine.
Uzatmayacağım sana elimi, çıkartmayacağım seni rüyalarından.
Gerçeğin soğukluğunu tenine dokunduran ben olmayacağım.
Nasıl ki senin mutluluğunu izliyorsam şimdi, yarında mutsuzluğunu öyle izleyeceğim.
Bana bakan gözlerine bakmayacağım, kalbini duymayacağım, hayır bu kez seni düştüğün yerden kaldırmayacağım.

İnsanların en kötü zamanlarında yanında olmayı severim bilirsin, iyi zamanlarında akıllarına gelmeyip bir daha kötü olduklarında yüzlerine gülümseyerek bakmak için.
Gülmeyeceğim sana bu kez, acıyan gözlerle bakacağım ruhuna, küçük parçaları kırılıp düşmüşken.
Kanayan ellerinin üstünde kalkmaya çabalarken ruhun, yıkandığın zevk nehrinden su getirip serpeceğim üstüne.
Söylemeyeceğim sana seni sevdiğimi, söylemeyeceğim sana bendeki seni, çıldırmış gözlerin delerken üzerimdeki giysileri, eğilip öpeceğim bir kez daha saçlarını ve gülümseyeceğim yağmur tanelerine.

Üniversitelerde Tanıdığım En Karaktersiz İnsanlar

Hayat çoğu kişi için sadece mücadele vermekten ibaret, kimisi ailesi için, kimi kendisi, kimi sorumlukları için.
Benim için hayat insanları incelemek, anlamak ve gözlemlemekten ibaret. Bu tarafsız gözlemlerim bazen öyle hallere sebep oluyor ki, bazen karşımda duranların karaktersizliği karşısında ben bile hayrete düşüyorum.

Hayatınızda tanıyabileceğiniz en karaktersiz insanları, ya üniversitede ya da askerde tanırsınız.
Üniversitelerdekilerden bahseceğim ben sizlere bu yazıda.

Öncelikle şunu bilin ki türkiyede üniversite kazanmak çok basit, şu anki eğitim sistemiyle 1-2 sene dershaneye giden herhangi bir primat bile üniversite kazanabilir.
Bu yüzden üniversitelerin geneli, karaktersiz kendini bir bok sanan, kültürün ya da bilginin üniversiteye girince, uzaydan kendi beynine download edildiğini düşünen beyin yerine omurilikle ve can çekişen bir amiple hayata devam etmeye çalışan insanlar.

Böyle kişileri şu sözlerden tanırsınız;
Hoca bir bok bilmiyor yaeee.
Bu hoca hiç güzel ders anlatamıyor yaee.
Ben herkesten daha zekiyim ya
Aslında çalışmadım çalışsam daha iyi bir yeri kazanırdım yaee.

Bu cümleleri kuruyorsa karşınızdaki insanlar, o grubu o ortamı terkedin, hatta koşarak uzaklaşın arkanıza bile bakmayın.

Sınıfımda çok ilginç insanlar var, ilginç diyorum ama iyi manada değil bu kesinlikle. Hani şark kurnazı dedikleri kişiler vardır ya öyle, liseden çıkıp güç bela bir okula yerleştikten sonra, direk olarak kültürlenen ve ordinaryus olan tiplerden bahsediyorum.
Bir de insanları kullanmaya çalışan ya da kullandığını sanan kevaşeler yok mu, gözlerine bakıp gülüyorum sanıyorlar ki”heh bu da tamam” fakat ben sadece acıdığım için gülüyorum.
Bir şeyleri karıştırıp, olayları sizin iyi niyetinizin üstünden size yıkmak isteyen dangalaklara ise değinmesem olmaz.
Bunları hemen hemen her konuda görürsünüz, minicik insanlar. Akıldan ahlaktan karakterden yoksun varlıklar. Tutuyorum kendimi üzerlerine kusmamak için, midemi bulandırıyorlar.

Bir yerden sonra, farklı bir yapıya büründüm artık, görmek istemediğim şeyleri göremiyorum, sınıf bana göre 7-8 kişiden ibaret, gerisi ise hayallerden oluşuyor. Bir beden var ortada, ama o bedene uygun akıl yok, karakter yok. Sadece beden, sadece et var. Evrimin temel işlevini yerine getirmemesiden kaynaklanan kazalarla gelişen amipsi beyin, ancak hayatsal faliyetlerine yetiyor.
Karşılarındaki insanın onları görmediğini, yok saydığını anlayamıyorlar.

Bu kadar dangalağın içinde yine de çok iyi insanlar çıkabiliyor. Teşekkürü hakedecek, sohbetiyle sizi mutlu edebilecek insanlar.

Miyav

Gecenin köründe uykunun cehennem azabına dönüştüğü yerde kalkıp yazı yazmak gibi bir şey yapıyorum. Müthiş değer verdiğim bir insanın bana aldığı viski ve çikolatalar nefesime ortak.

Evimin yakınında mezarlıklar var, eski evler, bakımsız kalmış yıkılmış bahçeli evler. Tabiki hepsi kedilerin aşk yuvaları, çiftleşme ve yavrularını doğurma yerleri. Böyle olunca o güzel kedi yavrularını görmemek seslerini duymamak hiç olur mu?
Kedi yavrularını sever misiniz? Ben onlara tapabilirim! Hele o çıkardıkları ses yok mu? Hayatın karanlığına, dünyanın kirlenmişliğine, insanların bencilliğine inat bağırışları yok mu? Miv! Miv!
Bu ses beni nasıl mutlu ediyor, bana nasıl bir yaşama arzusu aşılıyor ben bile inanamıyorum. O küçücük varlıkların bir nefes almak için hayatla yaptıkları bu amansız mücadele, lafta bilinçli bir insan olarak beni kendime getiriyor.

Yaşadığım şehir türkiyenin en fazla yağış alıp, iki bacaklı sığır popülasyonunun erzurumdan sonra en fazla olduğu yer. En nadir bulunan şey ise buralarda “İnsan” soyu tükenme tehlikesiyle karşı karşıya, böyle olunca bizde bulduğumuz insanlara sıkı sıkıya sarılıyoruz. Adam akıllı 5-6 tane “insan” diyebileceğim dostum var, onlarla görüşmek için dışarı çıkıyorum. Geçen gün de aynı şekilde dışarı çıktım, bir şeyler alıp eve dönerken bir ses geldi, o minicik haykırış yüzümü güldürdü “Miv” Yağmur sesini bastıran o küçük canlıyı görmek için sağa sola batım ama göremedim, elimdeki poşetleri binanın girişine bırakıp yağmurun altında kedi armaya başladım, parketmiş bir arabanın altında miyavlayan yavruyu gördüm. Duman rengiyle beyazın karışımı, patileri ıslak suratı komik bir şekilde asılmış o minicik hayat parçacığnı gördüm. Bi iki pisi pisi kar etmedi, hangi taraftan baktıysam, çağırdıysam doğru olanı yaptı ve ona ulaşamayacağım bir yere kaçtı. Akıllıydı çünkü doğanın en vahşi yaratığı olan insandan kaçmaya çalışıyordu, bu hayat parçaları kendilerini korumalıydılar.

O küçük suratlırını tutup öpmek, onlara satranç öğretmeyi istemek, koşmalarını saçmalıklarını görmek beni müthiş derecede mutlu ediyor. Hele köylerde olan daha sağlıklı yavrular, insana böyle daha uzak durup besleyince yemek verince alışan sonra yürüdüğün yerden ayrılmayanları görünce daha da ısınıyor insan bu küçük “miv”ciklere.
O sesiniz hiç kesilmesin güzel, değerli canlılar, her zaman “miv”leyin. Ben de gülümseyeyim.

Kokuyoruz

Merhaba okuyucular. Bu konunun neresinden tutsam da size anlatsam güzel bir biçimde bilemiyorum, acayip derecede garip iğrenç 21. yüzyıla yakışmayan bir şey.

Etrafınızda hiç duyu organları fazlasıyla iyi çalışan insanlar oldu mu? Çok hassas koku duyusu olan mesela, eve girdiğinde yemeğin içindeki tüm maddeleri parfümden evde kimin olduğunu falan anlayabilen? He işte bu dediğim şeyleri yapabilen biri benim. Karadenizli olduğumdan mıdır nedir, burun koku alma konusunda fazla gelişmiş, Allah’a şükür uzun değil…

Tabi ki bu çoğu zaman benim için kötü sonuçlar doğuruyor, çünkü toplumumuzun kadınları “temiz” sanılmasının aksine bi kokarca tarzında kokuyorlar. Ter mi istersiniz, vajinal leş kokuları mı istersiniz, çok geniş bir portföye sahipler.
Bu yazının çıkış noktasıda başıma gelen bir iki olaydan dolayıdır.

Türk erkekleri pasaklı bilinirler fakat bu büyük bir yanlıştır, erkeklerimiz pasaklı değildir “Düzensizdir” düzen olgumuz, düzensizlik altında ilerler, bu bizi rahat ettirir, giysilerimizn sağda solda olması önemsizdir, önemli olan karnımızın doyması işlerimizi görebilmemiz, herhangi bi yere zamanında gidebilmemizdir.
Türk kadını çok temiz ak pak bilinmeside büyük bir yanlıştır. Düzenli olmakla temiz olmak bir değildir, yan yana bile gelemeyecek şeylerdir.

Bu gözler ne kız öğrenci evleri gördü, ayakkabıyla girilip kullanılmış pedlerin çöp torbalarına doldurup sağa sola atıldığı, 1 parmak tozdan geçilmeyen, mutfağa araştırma ve kurtarma ekibinin bile giremeyeceği. Fakat evleri pekte sikimde değil açıkçası, benim umrumda olan nokta kişisel temizlik.

Yahu ben bile, zamanı kıt olan bir insanım, günde iki kere duş alıyorum, 4-5 tane parfümüm, losyonum kremim falan var. Temizliğiyle övünüp bok gibi kokan kadınlar ne yapıyorsunuz? Bu kadar boktan kokmayı, böyle olmayı nasıl beceriyorsunuz? Gerçekten ben bunu merak ediyorum.
En son yaşadığım olayda yanıma bi leş oturdu, çok afedersiniz kokudan dayanamayıp arabadan indim. Dayanılacak halde değildi, sanki vajinasına soğan ve sarımsak doğrayıp turşu yapmaya çalışacak şekilde kokuyordu. Eve gelip kendimi çitiledim, parfümlerden sağıma soluma sıktım ama yok o lanet koku sanki üzerime sinmiş ruhuma kazınmıştı.

21. yüzyılın modern kadını her şeye ulaşmak bu kadar kolayken, neden duş alamıyorsun? Neden gidip adam gibi bi parfüm alamıyorsun? 100 liraya müthiş parfümler var yahu, al bitane bizi cefadan kurtar, ya da her gün duş al, düzgün bi duş jeli kullan iç çamaşırlarını falan değiştir giysilerini değiştir çiçek gibi ol bizide küfrettirme hayattan soğutma ne olur çok mu zor bunlar?

Bir de bunların başka bir versiyonu var, sevgilisinin ya da fuck buddysinin evine yanına giderken bi duş almayan, kendini temizlemeyen bok torbaları var. Ağzınıza sıçayım sizin, sizi insan diye vajinadan çekip çıkartan doktorun amına koyayım!
Öyle bir devirdeyiz ki, adet olduğunuzda bile kullanacağınız hoş koacak müthiş ürünler var, sevgiliniz elini kalçanızda, vajinanızda gezdirdiğinde, ellerini kesip gömmesine sebep olmayacak ürünler var. Alın bitane onlardan kullanın bi zahmet, her gün duş alın siktiğimin kokarcaları, tırnaklarınızı ters çevirip götünüze sokacağımız şekilde uzatmayın bi zahmet sevmiyoruz…

İğreniyorum bu tarz insanlardan, bu yaşa kadar size bu terbiyeyi veremeyen, kişisel temizlik nedir nasıl yapılır öğretmeyen annenizi de sikeyim bir çocuk yapayım ondan da babanıza göstereyim çocuk öyle olmaz böyle olur diye.

Nasıl temiz ve hoş bir kadın olunur? Çok basit bak sıralıyorum.
-Her gün duş al.
-Tırnaklarını kes, bi ağda yap, lazer epilasyona falan git, sakalını bıyığını kes.
-Vucudun için kremler kullan, vajinan ve kalçaların içinde aynı. Tuvalete gidip sıçtığında götünü iyi yıka, gerekirse ıslak mendille sil ki bok kokma!
-Erkek arkadaşının ya da fuck buddy’nin yanına gideceksen bunları tekrar yap ki adam kusmasın  ya da zehirlenip ölmesin.

Bu yazımda anlattığım insan müsfettelerinden ziyade, çok temiz mükemmel derecede dikkatli olan kadınlar da tanıyorum. Helal olsun onları yetiştiren aileye, o temizlik anlayışını aşılayan kişilere. Keşke herkes sizin gibi olsa da böyle bir yazı yazmak zorunda kalmasam.