Telefonuma gelen bir mesaj, yakıyor gecenin fitilini. Yürümekten
yorulmuş olan ayaklarımın beni daha ne kadar taşıyacaklarını bilmiyorum.
Garip bir şekilde rüzgarın kollarına bırakıyorum kendimi, süzülüyorum
havada usulca dokunmadan hiç toprağa. Yürümeye devam ediyorum,
karşılıyor beni mesajın sahibi, çok kişilik yalnızlığımda iki kişi
oluyoruz. Yolumuza devam ederken, onun bi arkadaşlaşı katılıyor bize.,
benim ise dört arkadaşım eşlik ediyor , kalabalıklaşıyoruz. 7Kişi
markete girip, çıkıyoruz dışarıya, bu gece farklı, bu gece yakılması ve
yapılması gereken şeyler var. Sahilde kimseyi umursamadan mumları yakıp
içmek gibi, şehre ve gökte olan tek yıldıza bakmak gibi. Üstü açık
çardaklardan birine yürüyoruz, gözüme kestirdiğime yaklaşıp duruyorum.
Bu şehirde her şey gibi, çardaklarda pis, davet edenin gözlerine bakıp
temizlemesini söylüyorum gülerek. Temizliyor, “iyi temizle yoksa oturmam
ben” diye gülüp dalga geçiyorum. yaptığım şakaya şakayla karşılık
veriyor, bizi izliyorlar, bize bakıyorlar şaşırıyorlar. Garip geliyoruz…
Sol tarafımda şehir, sağımda deniz, üstümde beni gözetleyen yıldızım… Güzel bir yer burası çok güzel.
Oturup aldığımız mumları açıyorum, masaya dizip yakmaya çalışıyorum,
garip bir beşgen şeklindeki mumlar bi türlü yanmıyor. Senin tarafında
kalan her şey sönüyor diyorum, sessizlik kaplıyor ortamı. Benim
tarafımdaki mumlar içimdeki duygularla beslenip yanıyorlar sanki, esen
rüzgara dört bi tarafları açık olmalarına rağmen, inatla hırsla yanmaya
devam ediyorlar. Tıpkı biz insanlara benzetiyorum onları, inatla
kendimize acı çektiriyoruz, kendimizi yakıyoruz benim mumlarım gibi de
hayatın rüzgarında titreye titreye bitiyoruz.
Yeni aldığımız şarap kadehlerini çıkartıyoruz, iki kadeh 7 kişi.
Diğerlerine bakıyorum, bizden başkası içmeyecek herhalde bu gece.
Kadehlerimizi doldurup karşı karşıya geçiyoruz, yineen sevilen kılıçlar
çıkıyor kınından, saplanıyor diğerine, yine kanamaya devam ediyor
kalplerimiz rüzgarın, gökteki tek yıldızın, denizin, ve ateşin şahitliği
altında. Büyük bir yudum alıyorum kadehimden, diğerlerinin gereksiz
muhabbetini susturuyorum.
-Sen yarın gideceksin değil mi?
-Evet
-Seninle aramdaki mesafenin ne kadar olacağını biliyor musun?
-Ortalama 1100 km falan olur herhalde.
Oturduğum yerden kalkıp yanına gidiyorum, elimi kalbinin üzerine
koyup, “seninle benim aramdaki mesafe, kalplerimizin bir kez atması
kadar” diyorum. Susuyor, kızarıyor… Arkadaşlarım tam konuşmaya
yeltenecekken bir bakış geliyor, susuyor herkes… Kimi sigarasına devam
ediyor, kimi kendi dünyasının eğlencesine dalıyor.
Kadehlerimiz boşalıyor, tekrar dolduruyoruz, bir sessizlik çöküyor
üstümüze, savaş bitmiş, kılıçlar kaldırılmış artık ölüleri toplama
zamanı. Ben kendi tarafımda olanları yakıp bitiriyorum, o kafasının
içinde döndürüp durmaya devam ediyor…
Yeni bir kadeh yeni bir başlangıç kaldırıp “erken ölmeye diyorum” her
zaman olduğu gibi, oda ” dünyaya kazık çakmaya” diyor. Gülüşüyoruz yine,
mumlar son demini yaşarken gönderiyoruz herkesi yanımızdan. Bulutların
arasından sıyrılmış bakan yıldızın altında, denizin şarkısında, şehrin
gürültüsünde çırılçıplak kalmış ruhumuz sarılıyor birbirine…
Dinleyin, iyi gelecek şehirlerde, bedenlerin arasında kaybolmuş karakterlerinize.
Dinleyin ve hayal edin,
kaybettiklerinizi, gerçekten istediklerinizi, yıkamadığınız duvarları ve
her şeye rağmen yaşanılan güzel anları.
Masada yazan hiç bir yazı tarafıma ait değildir. Rize’deki iki ayaklı öküz ve danaların marifetidir hepsi.
” Düşten, Düşe Notlar 3″
“23/01/2012”