Kabullendik, kabullenmek zorunda kaldık değişimi, hayatın tüm
fırtınasında oradan oraya savrulurken nerede bıraktıysam sertliğimi.
En ince noktalardan en ufak bir zaaftan faydalanıp birer birer işlemek
nasılda güzel bir insanı, sonrasında değişmek, değiştirmek, yok etmek.
Ölüme götüren tüm bilinmeyenlerin arasında en fazla acıdığımız şey boşa
harcadığımız hisler olsa gerek. Geçmişe dönüp baktığımızda kendimize
gülerek ama içten içe utandığımız “bu insan için bunu mu yapmışım?”
dediğimiz şeyler için.
Acıları severim, hüznü de öyle. İnsanı insandan soğuturlar, kendi sınırlarını ortaya çıkartırlar ve her seferinde o sınırları tekrar tekrar kırmayı severim. Yeterince acı çektiyseniz, karşınızdakinin canını yakmamak için bir sebebiniz olmaz, en basit şeyler bile anlaşılmadıysa, anlatmak için çabanız olmaz. El üstünde tuttuğunuz kişi üzerinize basıp geçiyorsa, artık göklere kaldırmaya çalıştığınız kişiler olmaz.
Belkide çok aptalca başlıyor sevgilerimiz, en güzele en iyiye gitmeye çalışıyor. Seviyoruz ya durmuyoruz daha iyisini daha fazlasını istiyoruz. Halbuki bi dursak, elimizde olanlara baksak bir kere de “çok iyiyiz yahu” diyebilsek. Fakat olmaz, mümkün değil. Senin şuyun böyleymiş, şuranda eksik varmış, şunu yapmamışsın şunu anlamamışsın. Sanki uzun süreleri birlikte keyf alarak geçirdiğimiz insanla değilde, binlerce yıldır savaştığımız antik bir düşmana takındığımız tavrı takınıyoruz.
Hangi sevgileri unuttuk biz, hangi dokunuşların, kaç bin nefesin üstünden geçtikte düşman olduk?
İbrâhîm İçimdeki putları devir Elindeki baltayla Kırılan putların yerine Yenilerini koyan kim Güneş buzdan evimi yıktı Goca buzlar düştü Putların boyunları kırıldı İbrâhîm Güneşi evime sokan kim Asma bahçelerinde dolaşan güzelleri Buhtunnasır put yaptı Ben ki zamansız bahçeleri kucakladım Güzeller bende kaldı İbrâhîm Gönlümü put sanıp da kıran kim